Ne Kadar Yaşasam Sen! Ne Kadar Ölsem Sen!

Ne Kadar Yaşasam Sen! Ne Kadar Ölsem Sen!

Bir gün seni düşünerek son nefesimi verdiğimde, bunu bir üstünde dolaşan bulutlar bir de ayağını bastığın toprak bilecek. Bir tek onlar anlayacak halimden, bir tek onlar bilecek kadri kıymetimi, bir tek onlar dostluk edecek bana uzun uykularımda…

Hiç iyileşemeyecek kalp yaralarımla sarıldığım bembeyaz kefenim, benim acılarım için sargı bezi olurken, ağrılarıma merhem olacak toprağın ve nefessiz kalan bedenime can verecek gökyüzün hep birden şahitlik yapacaklar seni ne kadar çok sevdiğime. Gökyüzü kuşları dolaştıracak, toprak çiçekler bitirecek üzerimizde. Kuşların ve çiçeklerin şarkılarıyla hasretim dile gelecek nice ömürler boyunca.

Eğer bir gün gezinirken güzel yüzünle sokaklarda, gelir de tatlı bir rüzgar, dünyanı en tatlı güzel gözlerine, dünyanın en tatlı yanaklarına bir öpücük kondurursa bil ki bendendir. Sana hasret gitmiş dudaklarımın hüzünlü özlem şarkılarına dayanamamış bulutların ve toprağın ricasına gelmiş bir rüzgardan en riyasız, en içten, en yanlız ve en ölümlü öpücüğüdür o.

Dünyanın tüm aşıklarından neşet etmiş ne kadar öpücük varsa, işte o zaman derin bir ah ederler halime. Tüm aşıklar mezarlarından bir titreme sarsılır, tüm kavuşmuş sevenler mutluluklarına pişman olup, en içten dualarla yakarırlar rablerine. Tüm mutluluklarını bağışlamak isterler; senin o güzel dudaklarının bir öpüşüne.

Ne çare ki, bedbaht ömrümün son sayfası da karalanmış, acıların alfabesiyle doldurulmuş ömür defterim mahşere kadar açılmamak üzere kapanmıştır. Lakin kapanmadan giden, sana bakmaya doyamadan giden gözlerim, mezarda da olsa hep seni gözler…

İmkansızlığını bile bile bir meleğin elinden tutup gelip, son bir sözünü söylemeni beklemem ne kadar beyhude olsa da, bilsen ne büyük bir hasrettir ki, ölümlü bedenimi son uykusuna bir türlü bırakmaz. Nice geceler gördüm, nice sabahlar; lakin toprağın karanlık bağrında gecemi gündüzümü ayırt edemeden seni beklerken bir bakarsın, sen ellerinde boynu bükük iki çiçekle gelirsin. Adım sanım unutulsun diye ismimi bile yazdırmadığım mezar taşımı öpüp toprağımı okşar, bulutumu gözlersin. İki damla gözyaşı döküp beni ne kadar çok sevdiğini söylersin. Uzun uzun anlatırsın bana; mahçup ve kaçamak bakan gözlerimizle bakarak güç bela can verebildiğimiz üç beş kelimeyi konuşurken ne kadar mutlu olduğunu. Söylediğin her sözün sonunda bağıra bağıra seni seviyorum demek istediğini söylersin. Gelip nefessiz kalana kadar öpmek istediğini. Ve ben de seslenirim sana aşağıdan: Tıpkı benim gibi…

Ah sevgilim. Gelip geçen ömre kurban edilmiş nice büyük bir sevgiydi bizimkisi. Zorlu dağların zirvelerinde binlerce kilometrelik beyazlığın ortasında açıveren kardelen gibiydi. Ya da milyonlarca kilometrekarelik bir çölün ortasındaki minik bir vaha. Ne karları eritebilirdik, ne de çölü yeşile çevirebilirdik. Olsun. Her şey için meteşekkirim sana, yaratıcının içime gizlediği şifreyi bulduran sevgine, hiç öpemediğim yüzünü, hiç tutamadığım ellerine. Seninle iki yabancı gibi geçen günlerin güzelliğine.

Bil ki, şimdi üzerimde uçan bulutlar, altımda uzanmış toprak ve alfabemden sana sunduğum harfler yokluğunu aratmıyor bana. Çünkü neyim varsa, sensin. Neye baksam sensin, neye dokunsam sen.

Ne kadar yaşasam sen, ne kadar ölsem sen. Sen kalbim. Sen yaşamım. Sen ölümüm. Sen dünya. Sen ben.