Mynet Oyunlarının Arkasındaki İsim Mevlüt Dinç Kimdir?

Mynet Oyunlarının Arkasındaki İsim Mevlüt Dinç Kimdir?

Her zaman dünyadaki gelişmeleri izleyip ürünleri ithal eden bir ülke olmadığımızı kanıtlayacak veriler ihracat rakamlarından büyük holdinglerin başarı haberlerinden yeterince anlaşılıyor teknoloji alanında ise en az profesyonel eleman ve ürün geliştirdiğimiz alan oyun yazılımı sektörü.. Bu alanda ismini duyurabilen hatta yurt dışında büyük gamesoft firmalarında çalışan çok az gururumuz var bunlardan bence en yeteneklisi Mevlüt Dinç..

Mevlüt Dinç ismini belki ilk defa duyuyorsunuz belkide daha önceden kulaktan dolma ismi hatırlıyorsunuz..

Mevlüt Dinç 1957 Ordu doğumlu bir süre Ankara’da yaşamış daha sonra babasının vefatı ile yıkılmış ve İstanbul’a taşınmış.. Mevlüt Dinç Ankara iktisadi ve ticari ilimler akademisi mezunu.. Master yapmak istiyordu.. Egitim masraflarini kar$ilayamayip okulunu yarıda bıraktı. İstanbul’da bir genç İngiliz vatandaşı ile evlenerek İngiltereye taşındı.. Okumak için parası yoktu ve bir kablo fabrikasında işçi olarak işe başladı..

Senelerce kablo fabrikasında çalıştıktan sonra 1983 yılında fabrikadaki bir arkadaşının tavsiyesi ve ısrarı ile Spectrum Bilgisayarı satın aldı..

1988’de İngiltere’de vividimage’i kurdu…

Mevlüt Dinç ekonomi mezunu yabancı dili olmayan bilgisayar bilgisi az oyun bilgisi sıfır biri olarak gittiği ingilterede hayata direnerek, çalışarak, şimdiki mevkisine zirveye geldi. Mevlüt Dinç’in hayatı yaşadıkları her gence örnek olmalı.. Bu sebeple ve Pcworld.com.tr tarafından röportaj yayından kaldırıldığından aşağıda röportajın tamamını yayınlıyorum..

Röportajın Telif Hakları PcWorld sitesine aittir fakat orijinal ink yayından kaldırılmıştır. http://www.pcworld.com.tr/yabanci-dil-yok-is-tecrubesi-yok-makale_1406-0.html

İşte o ropörtaj..

Bu köşemizde yılların efsane ismi, bilgisayar oyunları tarihine adını altın harflerle kazımış, dünyaca ünlü MEV DINC (mev dink şeklinde okunuyor) ya da gerçek adıyla MEVLÜT DİNÇ konuk oldu. Heyecan içinde yaptığım bu ropörtajı dikkatli okumanızı tavsiye ediyorum. Tabii, konuğumuz Mev Dinc olunca, bu ayki oyunlarımız da kendiliğinden belirlenmiş oldu. Mev Dinc’in ilk oyunu olan “Gerry the Germ” (Spectrum), System 3 firmasının yayınladığı efsane oyun “The Last Ninja 2” ve “The Last Ninja 3” (Commodore 64 ve Spectrum), motorsiklet yarışlarının efsane oyunu “Enduro Racer” (Spectrum ve Amstrad). Amiga’nın klasik oyunlarından “The First Samurai” ve “The Second Samurai”. “Hammerfist” ve “Time Machine” de bu ayki oyunlarımızdan olacak. Tabii bunlar hep Mev Dinc eserleri… Ordu’da doğan, Ankara’da üniversite okuyan, daha sonra İstanbul’a gelen, tesadüfi bir şekilde İstanbul’da İngiliz bir bayanla evlenip 1979 yılında İngiltere’ye giden Mevlüt Dinç, 1987-1994 yılları arasında önce 8 bit makinelerde, daha sonra oyun konsollarında bir döneme damgasını vurmuş bir türk programcısıdır. Kendi söylemiyle hayat hikayesi milyonda bir olabilecek bir tesadüf ya da şansmış.

2000 yılında Türkiye’ye “kesin” dönüş yapan Mevlüt Dinç, şuan Sobee Yazılım’ın kurucusu ve sahibi. Mynet sponsorluğunda bir çok “online-oyun” dediğimiz projeler hayata geçiren Sobee ekibi, Ağustos 2006 “İstanbul” adlı oyunlarını da yayınlayacak. “World of Warcraft” tarzı, tamamen İstanbul’da geçen, yüzde 100 Türkçe ve Türk yapımı bir oyun. Ben şanslıyım, ropörtaj bittikten sonra oyunun oynanabilir halini gördüm. Gayet başarılı, karakterler, grafikler, mekanlar, özellikle İstanbul çok güzel modellenmiş. Eminönü iskelesi, Yeni Camii’nin olduğu bölüm, gerçekten çok başarılı…

Tabi, bizim ilk etapta ilgilendiğimiz, Commodore 64’ün, Spectrum’un, Amstrad’ın altın çağı olarak nitelendirilen 1984-1994 yılları… Hemen Mevlüt Dinç nam-ı diğer Mev’e ilk sorumu soruyorum:

Efsane oyunların arkasındaki Türk

RetroMaster: Ben yıllarca Mev Dinc adını görürdüm ve yabancı biri zannederdim. Siz Türkiye’ye gelince anladımki aslında o Mev, Mevlüt, dinc te Dinç’miş…

Mevlüt Dinç: Zaten ben Türkiye’ye gelmeden, kimse, o efsane oyunların arkasında bir Türk olduğunu bilmiyordu. Yani mev-dinc diye komik bir isim, ne idüğü belirsiz bir şey..

RM: Oyun dünyasından Rainbow Arts’da grafikerlik yapan Celal Kandemiroğlu’nu biliyorduk. Daha sonra, bu işin kalbi olan İngiltere’den sizi duyunca (tabi bu duyum 15-20 yıl kadar geç oldu) çok şaşırdık…

MD: “First Samurai” oyununda çalışan Teoman Irmak vardı… Türk olarak o lanse edilmişti… Bak bir Türk var, First Samurai’da çalışmış diye…

RM: Peki, siz kimliğinizi gizliyor muydunuz?

MD: Kesinlikle kimliğimi gizleme çabası yoktu. Sadece İngilizler, yabancı isimler konusunda çok tembeldir. İsmini telaffuz etmekte zorlanırlar, zorlanmasalar da bilerek kötü söylerler. Bu beni yormaya başladı. “Bana kısaca MEV deyin, bitirelim bu işi” dedim.

RM: Nasıl bu işlere bulaştınız?

MD: Ben Ordu’da doğdum. Ankara’da okudum. 1975 yılında babamın ölümü beni çok etkiledi. O yıllarda üniversite öğrencisiydim. Tam babamı bulmuşken kaybetmenin acısını kontrol edemedim açıkcası. İstanbul’a geldim. Buralarda takılırken bir şekilde, İngiliz bir kızla evlenip, (ilk eşim) 1979 yılında İngiltere’ye gittim. Hiç düşünmediğim, hayal etmediğim bir şekilde İngiltere’ye yerleştim. Hazır gitmişken orada yüksek lisans yapmak istedim. Fakat buna gücümüz yetmedi. Bir fabrikada çalışmaya başladım.

RM: Ne fabrikası?

MD: Kablo fabrikası.

Yabancı dil yok, iş tecrübesi yok!

RM: Yani ciddi ciddi, “işçi” statüsünde çalışıyordunuz?

MD: Tabi, tabi… Çünkü iş aradım bulamadım. Dil yok! Tecrübe yok! Daha üniversiteden yeni mezun olmuşuz… Eşimin İngiliz olması, en azından bir iş sahibi olmam açısından kolaylık oldu. Fakat onun dışında, benim Türkiye’de üniversiye mezunu olmam, İngiltere’de kabul görmedi. Fabrikada çalışmaya başladım. Kıtaları birbirine bağlayan telekominikasyon kabloları üretiyordu. Yani bugün milyonlarca insan birbiriyle telefonda konuşabiliyorsa bu işte benim de emeğim var (kahkahalarla gülüyoruz!) 1984’ün sonlarında fiber-optik ile ilgili ilk uygulamayı mühendislerle birlikte ben yapmıştım!

Bu arada 1983’te, tamamen tesadüf, fabrikada beraber çalıştığım bir iş arkadaşımın ısrarı üzerine Spectrum bilgisayarı satın aldım.

RM: Zaten Spectrum o yıllarda çıkmış bir alet idi?

MD: Tabi canım, 3 ay kuyrukta bekledik almak için. En sonunda gidip fabrikasından aldık. Bizim şehre iki saat uzaklıkta bir yerdi…

RM: Yani bugün Playstation almak için dükkanların önünde sabahlayan insanlar gibi?

MD: Aynen öyle… Ondan daha da beter! Hem de daha heyecan verici. Yepyeni bir şey… İlk aldığım model 16K idi. Daha 48K’lıkları çıkmamıştı. Hatta 2-3 ay bekledik, 48K için. O arkadaşımın ZX-81’i de vardı… 48K çıkınca fabrikaya gidip, “Ya benim bu cihazım galiba bozuk çıktı, bunu değişelim” gibi numaralar dahi yaptı arkadaşım… 48K’lık versiyonu almak için…. İnanır mısın, adam heyecandan uyuyamıyordu… 48K gelecek diye…

RM: Sizin için büyük bir devrim olmalı…

MD: Bilgisayarın B’sini bilmiyorum. Ben ekonomi mezunuyum aslında… Oyunlara ilgim sıfır! Tamamen bu arkadaşın ısrarıyla bulaştım. İçinden bi kitapçık çıktı… Okumakta zorlandım… Terminoloji farklı… İngilizin kendisi bile zorlanıyor. Yepyeni bir şey. Böyle birşeye de ihtiyacım varmış. Acayip sarıldım buna…

RM: Teyp varmıydı? Yani bir şeyleri load/save etme şansınız?

MD: Başlangıçta yoktu… Daha sonra aldık… Bu arkadaşım bana birkaç tane oyun verdi. Oyunlara baktım hiç ilgilenmedim… Ben oyunlara meraklı olduğum için değil, sadece arkadaşımın ısrarı üzerine aldığım için makineyi başka şeyler arıyordum…

RM: Peki “O” arkadaşınız kim? Hatırlıyor musunuz?

MD: Dino do Santoz. Yıllar sonra onu ben Amerika’da buldum… Her ropörtajımda bu arkadaşımı vurgularım.

RM: Ne yapıyor şu anda?

MD: Emekliye ayrılmış durumda. Çok istedi oyun programcısı olmak. Bir türlü beceremedi. Bilgisayar alım satım işleri ile uğraştı. Ben yıllar sonra ünlendim, ödüller aldım. Bana röportajlarda sorular sorulunca, tabi İngilizlerde şaşırıyor, Türkiye’den gelen biri, İngilizceyi zor konuşan bir adam, en iyi oyun programcılarından… Her zaman o arkadaşımdan bahsederim… Yıllar sonra gittim buldum onu.

RM: Genelde programcılarda bu huy var. Oyun programcıları nedense oyun oynamayı sevmez ama programlamayı sever…

MD: Ama çok az insan oyun oynamadan, ilgi duymadan, o keyfi yaşamadan bu işe girmiş! Fark bu… Bahsettiğim arkadaşım hastaydı oyunlara. Kendi kendine oyun tasarımları yapardı. Bense hiç ilgilenmezdim. Hatta İngiltere’deki dergilerin birinde, “Ünlü oyun yazarları hangi oyunları oynuyor?” diye bir anket yapılmıştı… Benim adıma birşeyler uyduruyorlardı… Benim oğlum 1980 doğumlu… Doğduğundan beri oyun makineleri ile büyüdü… Dergilerde “Mev Dinc” şunu oynuyor, “Mev Dinc Junior” şunu oynuyor diye yazarlardı!

Spectrum’la ilk adım

RM: Peki, artık Spectrum/Sinclair makineniz var… İlk olarak neler yaptınız?

MD: O zamanlar süper bir dergi vardı. Haftalık çıkardı. “Computer Weekly” adında… Gelmiş geçmiş en iyi bilgisayar oyun dergisidir. Sürekli oyun programlama ile ilgili listeler çıkardı. Makine Kodu (Machine Code/Machine Language) ile ilgili bir bölüm vardı. Orada bir makale okumuştum. 2-3 hafta olmuş bilgisayarı alalı… Deli gibi kaynak arıyorum. Yazıda diyordu ki “Eğer başarılı bir oyun programcısı olmak istiyorsan Makine Dili ile yazman lazım.” O an “Ben makine dili öğreneceğim!” dedim… Fakat hiç birşeyden haberim yok…. Nasıl? Nedir?…. Adama inandım yani…

RM: Peki derleyici? Editör? Nasıl olacak bu iş? PEEK, POKE, Basic ile nereye kadar?

MD: Derleyici lazım, editör lazım… Arıyorum nasıl olur diye… Dergideki listeyi yazıyorum… Baskıda hata olmuş… Deniyorum deniyorum çalışmıyor… Bir hafta bekliyorum ki yeni sayıda hatalı yer ile ilgili düzeltme çıksın diye… Müthiş bir heyecan var… Yorulduğunu bile farketmiyorsun… Spectrum’un çok uyduruk bir yazıcısı vardı. Doğru dürüst çıktı alınamaz, yazılar dalgalı dalgalı olur, okumak anlamak çok güçleşirdi. Makine dili hoşuma gitmişti. Az kelimeyle birçok şeyi tarif etmek çok hoşuma gitti. Yani 10 kelime kullanarak 10 bin kelimelik bir şey yazmak gibi…

Ben Southhampton’da kalıyordum. İngiltere’nin en iyi üniversitelerinin olduğu şehir. Bir gün üniversiteye gidip “Ben makine dili öğrenmek istiyorum” dedim. Bana “Sen bizle dalga mı geçiyorsun? Nedir o? Burada sadeec Basic ve Pascal kursları var, kimse daha bu dili öğretecek kadar bilmiyor, kendin öğren” dediler… Bende “tamam” dedim… Başladım dergi, kitap aramaya… Bir gün bir baktım şöyle bir kitap “Machine Code Programming for The Beginners – ZX Spectrum” (Spectrum’da Yeni başlayanlar için makine kodu)… Dedim “Tamam işte, adam tam beni tarif ediyor!”

O kitabı okumaya başladım. Adaman hafızayı kibrit kutularına benzetmiş, birinden al diğerine koy falan. Çok güzel ve basit anlatmış… Yeni başlayanlar için ya… Bir yerde ben takıldım. Bittim yani… Hiçbir şey anlamıyorum. 8bit olduğu için, her kutuya bir tane değer sokabiliyorsun. O değerde ancak 0-255 arası. Dedim 32768’i nasıl yazıyorsun o zaman? Şuraya 0 yazarsan buraya 80HEX yazarsın.

RM: Peki matematikle aranız nasıldı?

MD: Sıfır! İnan bana… Ne ikilik sistem, ne onaltılık sistem… Dünyadan haberim yok! HEX, DECIMAL nedir anlamıyorum… Uzaydan gelmişim gibi… Neyse, HEX’i bir şekilde çözdüm… 00 ve 80 HEX… Bu nasıl 32768 yapar? Mümkün değil yahu! Çarpıyorum, topluyorum olmuyor! Adam formülü vermeyi unutmuş ya da ben atlamışım! Haftalarca çıldırdım! Bir kuyunun içine düşmüşsün her yer altın dolu ama göremiyorsun!

RM: Sorabileceğiniz biri de yok!

MD: Tabi canım, dergiler alıyorum, umutsuzca belki bulurum diye. Birgün bir yerde, hatırlamıyorum bile, 8000 => 8*(16^3)+0*(16^2)+0*(16^1)+0*(16^0) = 32768… Makine kodu olarak 00 80 yani 00 => LOW-BYTE, 80 => HIGH-BYTE… HEX olarak… 10’luk (DECIMAL) sisteme çevirince sonuç 32768 oluyor… Benim için o gün bitmişti her şey… Halbuki ne kadar basit birşey… O gün ben bilgisayarı çözdüm. İki yılda kendi kendimi yetiştirdim.

RM: Peki, bugün bile, herhangi bir kişi, oyun ya da demo programlamaya soyunsa, ilk etapta grafik ekranını açmayı bilmeli, ekrana bir nokta plot etmeyi bilmelidir. O günlerde siz, nasıl başardınız bunları? Kaynak yok, soracak kimse yok? Ya da, bir oyun yapmak için birçok küçük yardımcı programcıklar gerekiyor. Koordinatları hazırlamak için, yaratıkları çizmek için vs… Bunlar nasıl oldu?

MD: Herşeyi kendiniz yapmanız gerekiyor. Bugünün değimiyle “Software Renderer” gibi… (Yani makinenin özel donanımını kullanmadan) Tabi ben geçmişin analinizi yaptığım zaman birçok şey icad ettiğimizi görüyorum.

Bu HI-LOW byte olayı ve büyük sayıların hafızada nasıl durduğunu öğrendikten sonra herşey çorap söküğü gibi geldi. Okuduğum herşeyi anlamaya başladım. Dergide gördüğüm kodları yazdım. O kodları daha kısa ve daha optimize yazmaya çalıştım. Sonuçta aradan yıllarda geçse bile oyun programlama mantığı hep aynı. Diller değişir, donanımlar değişir ama sistem hep aynı çalışır. Bu bakımdan, yeni jenerasyona faydalı olabileceğimi düşünüyorum. Kitaplardan kendi kendime öğrendiğim için kural diye birşey tanımıyorum. İngilizlerin dediği “By The Book” yani kitaba göre çalışmadım hiç. Hatta bir dergide şunu okumuştum, Spectrum’da IOI Index Register vardır. Kitapda “sakın o register’a dokunmayın” diyordu. Spectrum ROM’u kullanır. Hani ROM kullandığı için değeri bozarsın diye dokunmayın denmiş… Ben ise meraklı olduğum için, “orjinal veriyi bir yerde saklasam, yani o an, o register daki bilgiyi alsam, bir başka registerda saklasam, daha sonra işim bitince eski bilgiyi yerine koysam” diye düşünmüştüm.

RM: Yani “Stack Pointer” durumu…

MD: Evet aynen öyle. Ben “ekonomi öğrencisi”yim. Nerden bileceğim! Eğer ROM kullanırsa ben de kullanmalıyım diye düşünmüştüm. Bunları da çok erken çözdüm ve o yazıyı yazan adama güldüm. Tabi böyle bir özgüvenle başladığın zaman işe saldırıyorum herşeye. Sonra bir baktım ki, o kodu yazandan daha iyi ve optimize kod yazmaya başlamışım. Spectrum’da birçok ilkleri yapanlardanım. Spectrum’un ekran haritası çok gariptir. Yani sequential(sırasal) olarak dizili değildir ekran. Yani siz kod yazarken, ekrana bir grafik basacağınız zaman ADAM_SOL_UST+1, ADAM_SOL_UST+2, ADAM_SOL_UST+3… gibi gidemezsiniz. Yani alta alta piksel koymak için, önce ilk satırı, sonra 8.ci satırı, sonra 16. satırı gibi… Acayip bir şey tarifi bile zor. Bunun için özel bir tablo hazırlamıştım.

RM: Yani bir nevi ekran haritasını bir tablo içine koydunuz.

MD: Aynen öyle… Herhangi bir grafik ekranı modu yoktu. Her karakter için sadece iki renk: Arkaplan ve ön plan rengi… Her zaman söylerim, Spectrum’da öğrenenler, dünyanın en iyi programcılarıdır. Çünkü her şeyi kendiniz kodla yazmak durumundasınız. Donanım size hiçbirşey sağlamıyor. Donanım yok yani ortada… Ekrana bir Sprite yazmak istiyorsam, STACK_POINTER’a o tablo’nun adresini gösteriyordum ve çok rahat bir şekilde ekrana grafiği çizdirebiliyordum. Adresi almak için POP diyorum. Yani hesap yapmadan, işlemciyi fazla yormadan. Yani ben böyle teknikleri, profesyonel olarak bu işe başlamadan öğrenmiştim düşün… Ve her seferinde yeni şeyler öğreniyordum. Yemek yeme zamanlarını bile “boş-zaman” olarak değerlendirip kendimi bilgisayara vermiştim. Fabrikadaki diğer İngilizler benimle dalga geçiyorlardı… “Hadi canım, sen bilgisayar mı öğreneceksin?” diye… Bunlar da beni ateşleyen şeyler olmuştur.

O zamanlar fuarlar olurdu. Herkes bilgisayarını getirir, küçük ahşap masaların üzerinde yaptığı işleri gösterirdi… İlk bilgisayar oyun fuarları gerçekten çok komikti. Oraya gidip benim editörün demosunu göstermiştim. British Telecom’un bir firması vardı. FIRE-BIRD diye. Kendimi sınamak istiyordum. FIRE-BIRD’ün genel müdürü gördü demoyu. Demoyu gösterdim çocuk şok oldu, gerçekten inanamadı… Bu kalitede hızlı, tasarımı güzel, renkler güzel. Tabi ben halen fabrikada çalışıyorum, işi bırakıp “programcı” oldum diyecek durumda değilim. 1985 yılında ilk oyunum olan “Gerry The Germ”i yaptım. O oyunun en büyük özelliği, o zamana kadar tüm oyunlarda bir “kahraman” mantığı vardı. Siz, o kahraman olup, düşmanlara karşı çarpışırdınız. Benim oyunumda ise iş tam tersti. Anti-Hero yani, siz kötüsünüz ve iyileri yok ediyorsunuz. Bir mikrop olarak insan vücudu içinde, insanı hasta etmeye çalışıyorsunuz. Bu tür bi oyunla bir anda kendimi duyurabileceğimi düşündüm hemen dikkat çeksin istedim. Diğer oyunlardan farklı bir tema, konsept içermeliydi diye düşündüm. Evrenin en iyi tasarımıdır vücut. Bundan daha iyi bir oyun ortamı olur mu?

Açılın, ben doktorum!

RM: Grafikleri ve müziği kim yaptı?

MD: Grafik bilgim halen sıfır. Bir düz çizgi bile çizemem. İlk başta oyunun demo grafiklerini eşim yapmıştı. Fakat kafamda dünyalar var. Editörü eşime öğrettim. Müzik için süper bir Tracker yazmıştım. Müzik dediğimiz şeyde bildiğin BEEP sesi. Rezalet yani… İnanılmaz tekniklerle, Interrupt’larla gitar sesleri filan çıkarttım. Çok sevdiğim arkadaşım Brian Marshall birçok oyunumun müziğini yaptı. Adam profesyonel müzisyendi. Çok eğlenirdi Spectrum’la beste yaparken. “Gerry The Germ”i British Telecom satın aldı, yeni kurduğu oyun firması olan FIRE-BIRD etiketi altında yayınladı… Sıkı bir pazarlık yaptık… Daha sonra genç bir grafikçi buldum, Tim Boone. 1985 Mart’ında, fabrikadan ayrıldım ve artık kendimi oyun programcısı ilan ettim. Mahalli bir gazetede, Commodore64’de olan bir oyunu Spectrum’a çevirecek birini aradıklarını gördüm. Bu oyun “Ant Attack” idi (bul.pcworld.com.tr/229). Hatta ilanda “Spectrum’da Makine Dili ile yazacak” diyordu… İşte dedim, beni arıyorlar… O dönemde de Southhampton’da meşhur bir oyun firması var. Quicksilva diye… Daha sonra Activision’ın parçası oldu. Başında Rod Cousens var. Rod ile sonradan çok yakın dost olduk. En son Acclaim’in başındaydı. Şimdi Code Masters’da. O dönemden halen ayakta kalan 5-10 kişi var. Ben, Rod, Charles Cecil (Broken Sword’u yapan arkadaş) , Jon Hare (Sensible Software)… Oyunu Commodore64’ten Spectrum’a aktarılmasını yaptım. Hiç unutmam Sandy White, 3D Ant Attack’ın kodlarını tek tek elle girmiş… İnanılmaz bir şey… Programın yarısı Basic’de yazılmış… Editör ya da derleyici olmadığı için HEX kodları elle girmiş… Test etmeyi düşün yani… Sürekli araştırırdım işimi kolaylaştıracak ne var diye… Süper bir assembler editörü ve derleyici buldum. Label kullanarak kod yazıyorum yani. PDS adında geliştirme platformu buldum, daha sonra onlarla dost oldum. RM: Bir nevi Beta-Tester oldunuz…

MD: Evet… Daha sonra Amstrad aldım, ikisini RS-232 portdan birbirleriyle konuşturdum. Kodu Amstrad’da yazıyorum, geliştiriyorum sonra seri-port’dan Spectrum’a aktarıyorum.

RM: Böylece Spectrum’un hafızası da size kalıyor? Derleyici, editör gibi yardımcı programlarla Spectrum işgal edilmiyor yani?

MD: 1986-1987’de yaptım bunu. Program çakılsa bile sorun yok. Spectrum’u resetliyorum, asıl kaynak kod Amstrad’da duruyor. Hiç unutmuyorum, Spectrum için “Enduro Racer” yapıyorum, Electric Dreams firması için, orada bir ekipte Commodore 64 için oyun yapıyor. Zorlanıyorlar, ofiste yatıp kalkıyorlar… Ben de arada gidip geliyorum. Bana dediler ki “Mevlüt çocuklara bir yardım edermisin? Zorlanıyorlar”. O zamanlarda süper dayanışma var. Bende de acayip bir özgüven!

RM: “Açılın ben doktorum” ?

MD: (Gülüyor) Bir baktım adamlar “Compact ” diye bir PC kullanıyorlar… “Vay helal olsun” dedim heriflere bak! İyi fikir… Bunların sistem benden de iyi. Disk-based. PC’de kodu yazıp, 6502 işlemcisine göre derliyor, direk 5.25 diskete kayıt ediyor, sonra Commodore’un sürücüsüne takıp ordan yüklüyor! Süper sistem…

Bir yerde sorun var, koda bakıyoruz. Neticede ben 6502’ci değilim. Fakat mantık hep aynı. Tamamen ters mantıkta. Makine kodunu o kadar çözmüşüm ki, hemen adapte olabiliyorum.

RM: Peki, Commodore’un donanımını biliyor muydunuz o zaman?

MD: Sorun donanım ile ilgili değildi. Mesela oyuncunun puanı artacağı yerde birşey olmuyor ya da yanlış artıyor gibi bir sorun vardı. Sonunda bir şeyler yaptık. Haydi dedim, bir derleyip bakalım.

“Sen bizle dalgamı geçiyorsun, derlemesi 45 dakika sürüyor” dediler. Ben, Amstrad’dan Spectrum’a transferi 3 dakikada yapıyordum ve bu bana uzun geliyordu! Düşün ki derleme işi 45 dakika sürüyor. Yani bir minicik değişikliğin sonucu görmen için tam 45 dakika beklemen lazım. 1986 yılında duyulmamış birşey. O zaman dedim, biraz daha kodu inceleyelim, tam emin olalım başka bir hata çıkmasın!

Sonra Amiga zamanlarında çok rahatladık. Zaman içinde 68000 (Amiga Assembler) öğrendim.

RM: Size hayranlık duyduğum en büyük özellik bu. Farklı platformlara hemen adapte olabiliyorsunuz! Donanım özellikleri nasıl hemen çözüyorsunuz?

MD: Bizim sektörü biliyorsun, 5-6 yılda bir kendini yeniliyor. Eskiden Spectrum, arkasından Amiga, Nintendo… Bak Playstation 3 geldi. Bu kadar hızlı değişen donanıma ayak uydurma yeteneği çok önemli. Playstation’da oturup sıfırdan yeni bir şey öğreniyorsun! Bizim gibi insanlar için bu bir yarış! Yeni bir şeyi keşfediyorsun, öğreniyorsun ve ona hükmediyorsun! Ben kendi adıma, kendi başıma öğrendiğim için, yeni bir makine korkutmuyor beni. Önceden 6 kelime biliyordum, bu makine 16 kelime kullandırtıyor bana!

RM: Aynı oyunun Commodore versiyonu ile Spectrum versiyonu arasında dağlar kadar fark oluyor. Siz bu adaptasyonu nasıl sağlıyorsunuz? Birinde sistem sınırlı, diğerinde imkan çok? Siz tüm makinelerin donanım güçlerini de hesaba katıyorsunuz o zaman?

MD: Eskiden arabalar 4 vitesli idi. Daha sonra 5.ci vites gelmiş. 4 vitesi iyi kullanan birisi isen, 5. vitese hemen alışıyorsun. Başka türlü açıklamam mümkün değil. Pat diye herşeyi de öğrenmen gerekmiyor. Benim çok başarılı olmamım en önemli nedeni şuydu: Matematiğim iyi değildi. Herşeyi tablo ile hallettim. Enduro Racer’ı yaparken ne yaptım biliyor musun? Bak bunu Türkiye’de ilk defa anlatıyorum. Bir haftada oyunu Spectrum’dan Amstrad’a aktardım.

Nasıl oldu bu iş?

RM: Nasıl oldu bu iş? (Hayretler içinde ağzım açık dinliyorum!)

MD: Nasıl yaptım? Amstrad, Spectrum’dan daha hızlıydı, hafızası da fazlaydı. Emüle ettim, Spectrum’u Amstrad’da… Spectrum’un ekran adresi 16384’de başlıyor ya, atıyorum Amstrad’da 25000. Bunu değiştirdim, Spectrum kodu değiştirdim. Denedim, Spectrum kodu aynen çalıştı! Renk ekledim, sesler ekledim. Tam bir hafta sonra Electric Dreams’e götürüp gösterdiğimde adam sandalyeden düştü! Buyur işte, bunu açıklamak mümkün mü ? 100 tane üniversite bitirsen olmaz… O anda acaip bir fikir geldi işte, uyguladım, denedim oldu… Adam 3 ay zaman vermişti… Ben 1 haftada bitirdim. RM: Tabi bence birazda şansınız varmış, Amstrad’un donanım, Sinclair (Spectrum)’a çok benziyor.

MD: Ama o zamana kadar kimse denememiş, yapmamış… Kimse cesaret etmemiş.

Kaç tane ödül aldık….

RM: Benim bildiğim oyunlarınız, “Gerry the Germ”, “Enduro Racer”, “Last Ninja 2”

MD: “Street Racer”,”Hammerfist”… Bu oyunlar hep klasik oyunlardır. Oyunları incele, hepsi kendi alanında tekil oyunlardır. Yani benzer oyunlardan farklı özellikleri ile ön plana çıkmıştır. Bak bunu Türkiye’de kimse bilmez, İngiltere’de de bir kaç dergiye açıkladım bunu. Bizim First Samurai’da inanılmaz bir gökyüzü rengi vardı hatırlar mısın? (Oyun Amiga 500 oyunudur…)

Sonuçta 16 renk var, çözünürlük belli. Renk geçişi 16 tanedir, o kadar derin değil. Ama ben geçişlerin pürüzsüz olması için özel bir editör yazdım. Bir sürü kombinasyonlar denedim. Sonuçta süper renk kombinasyonları ile sanki 24 bit renk varmış gibi göstermiştik.

RM: Peki o devirde, sizler serbest olarak mı çalışyorsunuz? Yoksa bir yazılım şirketinin elemanı olarak mı?

MD: Serbest… Zaten biz oyuna başlamadan, Publisher’lar (oyunu kutulayan, basan, satan, reklamını yapan, pazarlayan) yalvarıyordu bize, bir sonraki oyunu bize verin diye! Yaklaşık bir süre verirdik, şu kadar para avans olarak diye…

RM: O “altın” yıllar yaşanırken, sizin Türkiye’ye bakış açınız nasıldı?

MD: Ben 1991’de askerlik için geldim Türkiye’ye. Hatta bir kaç gazete benimle ropörtaj yapmak istedi. Ben istemedim. Yani, insanlara yardım edemem korkusu ile kendimi biraz sakladım.

RM: Keşke Türkiye’deki programcılarla buluşsaydınız? Çok hevesli ve yetenekli insanlar vardı. Siz köprü olabilirdiniz?

MD: Kimseye ümit vermek istemedim. Gereken ilgiyi gösteremem diye düşündüm. Burada olup bitenleri de bilmiyordum. O yükü kaldıramam, dönünce yaparım dedim. Çünkü, diğer ülkeler bir şekilde kendileri başardı. Bizim ülkemizde neden olmadığını 20 sene sonra dönünce anladım. Zorlukları kendim yaşayınca anladım.

RM: Türkiye’de bugün bile orjinal oyun yok! Yabancı oyun firmalarının temsilcileri, distürübütörleri yok, telif hakları yok! Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

MD: Ümitle bakıyorum. Yaklaşık 5 yıldır sabırla savaşıyorum burada. Eğer Türk oyun severlere kaliteli, Türkçe ürünler sunabilirsek, insanlar bunu destekleyecektir diye ümit ediyorum.

RM: Son olarak, şu an neler yapıyorsunuz?

MD: “Sobee” adında yazılım şirketimiz var, “İstanbul” adlı oyunumuz Ağustos 2006’da online-multi player (MMOG) Mynet’in katkılarıyla yayında olacak. Ayrıca, yine Mynet üzerinden oynanan, “Semih Saygıner’le Bilardo Magic”, “Futbol Menajer” gibi oyunlarımız var. Unutmadan bir şey eklemek istiyorum, cuma günleri saat 13:00-14:00 arasında, Açık Radyo’da (94.9) 8-bit adlı bir program var! Eğer sizde Sid, Mod gibi, eski oyun müzikleri hastasıysanız kaçırmayın!

İlgili linkler

http://www.sobee.com.tr/ 
http://www.ysrnry.co.uk/articles/lastninjaii.htm 
http://www.zzap64.co.uk/cgi-bin/displayfeature.pl?featureid=3 
http://www.thelegacy.de/Museum/171/ 
http://www.thelegacy.de/Museum/3212/ 
http://lastninja.lemon64.com/crew.htm 
http://www.ifarchive.org/if-archive/info/classic-game-programmers.list 
http://www.lemon64.com/interviews/dan_phillips_and_robin_levy.php 
http://www.guv1.com/jd-res02/ssa.htm